Kayhan Karaca
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına uygulanan Schengen vizesi alma zorunluluğunun kaldırılması için Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında 2013 yılında başlamış olan müzakereler teknik ve siyasi nedenlerden ötürü tıkanma noktasına gelmiş durumda. 16 Aralık 2013’te Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması ile eş zamanlı başlatılan vize serbestisi diyaloğundaki tıkanmanın kaynağında Türkiye ve AB’deki iç siyasi sorunlar ya da dengeler yatıyor.
Vize serbestisi amacıyla Türkiye için hazırlanan Yol Haritası’nda 72 kriter bulunuyor. Bu kriterler Belge Güvenliği, Göç Yönetimi, Kamu Düzeni ve Güvenliği, Temel Haklar ve Düzensiz Göçmenlerin Geri Kabulü olmak üzere beş tematik grupta toplanıyor. Türkiye’nin bu 72 kriterden 66’sını karşıladığı Avrupa Komisyonu tarafından onaylanmış durumda.
Ancak geriye kalan altı kriter, en üst düzeyde siyasi irade ve karar gerektiriyor. Bu kriterler “Terörle Mücadele Kanunu’nun gözden geçirilmesi, Avrupa Konseyi-GRECO (Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu) tavsiyelerinin yürürlüğe konması, Kişisel Verilerin Korunması Yasası ve Kurumunun AB standartlarına uyarlanması, tüm AB üyesi devletlerle adli işbirliği sağlanması ve EUROPOL ile operasyonel işbirliği anlaşması imzalanması” olarak sıralanıyor.
AİHM ve GRECO kararları
Terörle Mücadele Kanunu’nun gözden geçirilmesi ve GRECO tavsiyeleri, Türkiye’nin üyesi olduğu Avrupa Konseyi ile diyalog ve işbirliğinin de birer parçası olmaları bakımından önem taşıyor. AB ile vize diyaloğu olmasa da Ankara bu alanlarda adım atmakla yükümlü.
Terörle Mücadele Kanunu konusunda AB düzleminde herhangi bir kriter söz konusu değil. AB, bu alanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı çerçevesinde yeni bir yasal düzenlemeye gidilmesini istiyor. AB, Türkiye’nin üyesi olduğu Avrupa Konseyi gibi, AİHM kararlarını temel alarak Türkiye’de yürürlükte olan terör tanımının “aşırı geniş bir çerçevede yorumlandığını” söylüyor. AİHM’nin Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, ByLock dosyası veya benzeri davalarda verdiği kararlar bu nedenle kritik rol oynuyor.
GRECO ise “değerlendirme süreçleri” temelinde, üye devletlerin Avrupa Konseyi tarafından oluşturulmuş yolsuzlukla mücadele standartlarına uygunluğunu ölçüp tavsiyelerde bulunuyor. Türkiye 2017’den bu yana GRECO’nun beşinci değerlendirme aşamasında işlem görüyor. Bu aşama, “merkezi hükümetlerde ve kolluk makamlarında yolsuzluğun önlenmesi ve dürüstlüğün teşvik edilmesi” konularını ele alıyor. Bir önceki değerlendirme süreci, parlamento üyeleri ve hakim ve savcılar açısından yolsuzlukla mücadele konularını ele almıştı.
Tüm AB ülkeleriyle adli işbirliği ise Ankara’nın tanımadığı AB üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti’ni de kapsıyor olması bakımından sorun oluşturuyor. Bir diğer deyişle Türkiye diğer tüm kriterleri yerine getirse dahi Kıbrıs Cumhuriyetini resmen tanımadığı sürece en azından Rum-Yunan ikilisinin vetosuyla yüzleşecek.
AB içi dinamikler olumsuz
Başta Avrupa Komisyonu olmak üzere AB kaynakları, bu kriterler yerine getirildiğinde vize serbestisinin mümkün olabileceği mesajı verseler de AB içindeki mevcut dinamikler, Türk vatandaşlarına vize serbestisinin hiç de kolay olmayacağına işaret ediyor.
Türkiye’nin kalan altı kriteri yerine getirmesi ve Avrupa Komisyonu’nun olumlu görüş belirten bir rapor yayımlamasının ardından Avrupa Parlamentosu’nun (AP) ve tüm üye devletlerin onay vermeleri gerekiyor. AP’nin, Türkiye ile Gümrük Birliğinin modernizasyonu ve vize diyaloğunda ilerlemeyi “demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti” alanlarında ilerlemeye ilintileyen kararları bulunuyor.
Buna Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Ankara tarafından tanınmasını da eklemek gerekiyor. 2024-2029 yasama dönemi için 9 Haziran’da yapılacak seçimlerde AP’nin daha aşırı veya radikal sağ çoğunluklu bir yapıya sahip olması öngörülüyor. Böyle bir senaryo AB içinde Türkiye’ye kapıların daha da kapanmasına neden olacak.
Aşırı sağ ve AB karşıtı popülist partilerin AB genelindeki yükselişi, ana akım partilerin Avrupa’da Türkiye dosyasını özellikle Türk vatandaşlarına vize serbestisini gündeme getirmesini engelleyen bir diğer faktör. Bu durum özellikle Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, Avusturya ve Danimarka gibi Batı Avrupa ülkelerinde geçerli. Türk vatandaşlarına vize serbestisi bu ülkelerde “pazarlanması imkansız siyasi bir ürün” konumunda.
Tüm bunlara sığınmacı sorununun Avrupa içinde yarattığı hararetli tartışmalar, AB’ye son birkaç yıldır en fazla sığınma başvurusu yapanlar arasında Türkiye Cumhuriyeti pasaportu taşıyanların ilk sıralarda yer alması ve Avrupa genelinde Müslümanlara karşı şüpheci yaklaşım da eklendiğinde, vize serbestisinin kısa ve orta vadede gerçekleşmesinin mümkün olmadığı rahatlıkla söylenebilir.
Vize serbestisi yerine vize kolaylığı
Bu nedenle AB ve Türkiye arasındaki “vize serbestisi diyaloğu”, yerini yavaş yavaş”vize kolaylığı” görüşmelerine bırakmaya başladı. Tüm vatandaşları için kısa ve orta vadede vize serbestisi ufku göremeyen Ankara şimdi iş dünyası, öğrenciler, sanatçılar, akademisyenler veya gazeteciler gibi kimi spesifik gruplara vize serbestisi ya da vizede kolaylık için bastırıyor. Bu gruplara daha seri ve mümkünse uzun süreli Schengen vizesi verilmesi görüşülüyor. Turist olarak Schengen ülkelerine gideceklere son dönemde olağanüstü yavaşlayan vize verme işlemlerinin hızlandırılması için uğraşıyor.
Geçen hafta Ankara’da AB Komşuluk ve Genişleme Komiseri Oliver Varhelyi’yi ağırlayan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, görüşme sonrası yaptığı açıklamada, “Başta iş insanları ve öğrencilerimiz olmak üzere vize kolaylığının sağlanması için hem AB ülkeleriyle birebir konuşuyoruz hem de AB kurumlarıyla bu konuyu görüşüyoruz” demişti.
Bu müzakereleri önümüzdeki aylarda tarihe karışacak mevcut Avrupa Komisyonu ile teknik düzeyde yürütmek yetmeyecek. Müzakerenin başta Berlin ve Paris olmak üzere, özellikle Batı Avrupa devletleriyle doğrudan yürütülmesi gerekiyor. Zira vize serbestisi ya da vize kolaylığı, Ankara’dan özellikle dış politika dosyalarında taviz koparmak için kimi AB ülkeleri tarafından bilinçlice araçsallaştırılıyor. Ankara’nın bir yandan Batı Avrupa hükûmetleriyle müzakere ederken bir yandan da bu engeli aşmak için kendi içinde reformlar yapması gerekiyor.
Vizesiz Avrupa’yı yaratan Türkiye’ydi
Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa ile vize diyaloğu, her daim kendi içindeki siyasi çalkantılar nedeniyle sekteye uğradı. Oysa Türkiye, 1949’da üyesi olduğu Avrupa Konseyi bünyesinde, “vizesiz Avrupa” kavramınının temellerini atan 13 Batı Avrupa ülkesinden biriydi. Bu kapsamda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları Ekim 1980’e kadar Avrupa Konseyi üyesi ülkelere vizesiz gidebiliyordu.
Türk vatandaşlarına vize süreci, Federal Almanya’nın, 9 Temmuz 1980’de, yani 12 Eylül askeri darbesinden hemen önce, vizesiz seyahate ilişkin 1950’li yıllarda Avrupa Konseyi bünyesinde imzalanıp onaylanmış bir anlaşmayı Türk vatandaşları için tek taraflı olarak askıya alacağını ilan etmesiyle başladı. 12 Eylül darbesinin hemen ertesinde tüm Batı Avrupa ülkeleri Almanya’yı takip etti.
Federal Almanya Dışişleri Bakanı Hans-Dietrich Genscher, 1985 yılında Strasbourg’da düzenlenen bir Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Genel Kurul oturumunda yaptığı konuşmada, vize uygulamasını “5 Ekim 1980’den itibaren Türk vatandaşlarına vize uygulaması başlattık. Dahası, bu tek taraflı yapılmadı, generaller Türkiye’de yönetimi devralmadan önce iktidarda olan Türk hükümetiyle birlikte yapıldı. Böyle yaptık, çünkü ülkemize giren Türk uyrukluların sayısı kendilerini özümseme gücümüzü aşmıştı. Vize uygulamasının, Türkiye’deki yaşam koşulları Avrupa Topluluğu ve Avrupa Konseyi düzeyine ulaşıncaya ve insanların, ülkelerini geçim koşulları nedeniyle terk etmeleri için neden kalmayıncaya kadar uzun süre devam edeceğine inanıyorum” ifadeleriyle gerekçelendirdi.